Futbolun tam manası ile kendi kurallarını yaratıp özgün bir spor olarak kabul edildiği yıllardan günümüze kadar, oyun bir çok kural ve oynanış evrimine uğrasa dahi her zaman ana odağı gol atmak olan bir spor olarak kabul edilmektedir. Belki de o yıllardan günümüze değişmeyen tek gerçek olan ‘’gol’’ kavramı bir mecburiyet olarak ‘’kaleci’’ kavramını yaratmıştır.
Günümüz futbolunun İngiliz ekolünde rugby sporundan türetildiği düşünülünce kalecilik kavramının da bu spordan devşirilip ‘’topu tutan oyuncu’’ olarak futbola evrildiği bir gerçektir. 1870 yılında İngilterede ilk kez kaleciye topu elle tutabilme hakkı tanındığı günden bugüne, ‘’bu kaleci ne zaman gol yiyecek?’’ sorusunu sorduracak kadar önemli bir parça halini almıştır kalecilik.
Futbolun kurallı bir oyun olduğu dönemlerin başında öncelik her zaman gol atmak kabul edildiği için savunma ve gol yememek kavramı en az önemsenen alanlardı. Takımların ne kadar gol yedikleri önemsenmez, sadece atılan gole bakılırdı. Bunun neticesinde takımlar sahaya 8-9 hücum oyuncusu ile çıkar, kalecinin ceza sahasında elle tutma kısıtlaması yokken bazen orta sahaya kadar elle taşıyıp oyun başlattıkları gözlenirdi. Tabii bu oyun mantalitesinde bu oldukça normal karşılanırdı. Sonuçta tutmak değil atmaktı önemli olan.
Şimdi kale önündeki duruşlarıyla akım başlatan, tarih yazan o efsaneleri sıralayalım.
Ricardo Zamora
Yavaş yavaş kaleciliğinde diğer mevkiler gibi tanımlanmaya ve profesyonelleşmeye başlaması ile birlikte ikon sayılabilecek kalecilerde tarih sahnesine adım atmaya başladılar. Barcelona - Espanyol - Real Madrid üçlemesinde forma giyerek profesyonelliğin(!) dibine vuran Zamora her ne kadar özel yaşantısı ile farklı konuşulsa da bu alanda öncü kabul edilebilir olmuştu.
Gyula Grosics
Kaleciliğin belki de bu kadar önemli olabileceğini Macaristanın ‘’Altın Takım’’ olarak nitelendirilen 1950 lerin başındaki kadronun kalecisi Gyula Grosics kanıtladı. Grosics, Altın Takım’ın dahiyane ve çılgın hücum planının en arkasında yer alarak hem sigorta görevi gördü hem de bugün dilimizden düşmeyen ‘’libero kaleci’’ tanımının ilk temsilcisi olarak temellerini attı. Takımının ataklarını başlatıyor, kimi zaman orta saha gerisinde kesici olarak yer alıyor kimi zaman cesurca hamleler ile ataklara yön veriyor, takım arkadaşlarını golle burun buruna getiriyordu.
Berc Trautmann
Futbola bir bomba gibi düşen bu ‘’Grosics Etkisi’’ iki kalecinin daha yardımı ve yenilikleri ile tamamen oturmuş bir hal almaya başlıyordu. İlk isim Almanya doğumlu ama ruhu tam bir İngiliz olan Berc Trautmann’dı. Trautmann o dönemde alışık olunan kalecinin degajla oyun başlatması algısını uzun kolları ile ilk yıkan isim olmuştu. Ceza sahası gerisinden güçlü ve uzun kolları ile orta sahanın ardına kadar toplar atabiliyor ve toplar daha isabetli oluyordu. Hatta o dönem Manchester City takımı Bu özelliğin üzerine kurulu bir oyun planı geliştirmiş ve bu planla 100 golün üzerine çıkmayı başarmışlardı.
Lev Yashin
İkinci isim ise kuşkusuz Lev Yashin’den başkası değildi. Hata kendi ağzında çıkan şu cümle dönemin kalecilik anlayışını özetliyordu aslında; "Dünya klasında iki kaleci var. Biri Lev Yashin, diğeri ise Manchester City’de oynayan Alman çocuk."
Lev Yashin kuşkusuz Grosics’in başlattığı akımın en büyük taşıyıcısı olmuştu. Savunma yönünün kimseden geri kalmamasının yanı sıra Lev’in en büyük özelliklerinden biri ise iletişim kurmasıydı. 90 dakika boyunca takımla iletişim kurar, herkese bağırırdı. Bu sayede geriden oyun yönetme konusunda bir örnek teşkil etmiş oldu. Hatta bu konuda Lev’in karısı evde dahi sürekli bağırdığını şikayet eder hale gelmişti. Sürekli siyah giyindiği için zamanla ‘’Kara Panter’’ lakabını alan Lev, birçok açıdan da yeniliklerin öncüsü olmaya devam etti. Bunlara örnek olarak, tehlikeli topları tutmak yerine yumruklamaya çalışmak, kontra atak başlatan uzun toplar atmak, tehlikeli olan toplarda ceza sahası dışına çıkmaktan çekinmemek sayılabilirdi. Sonuç olarak ‘’Kara Panter’’ kariyeri boyunca 270 maç gol yemedi ve 150 den fazla penaltıda kalesini gole kapalı tutmayı başardı.
Barbosa Nascimento & Gilmar
Aynı dönemlerde Brezilya’nın kalesini ardada koruyan iki ikonik isim de vardı. İlki 1950 Dünya Kupası finalindeki sonuç nedeni ile günah keçisi ilan edilen Moacir Barbosa Nascimento (üstte). İkinci isim ise gelmiş geçmiş en başarılı Brezilya’lı kaleci olarak kabul edilen Gilmar. Bu ikiliden özellikle Gilmar, 1958 Dünya Kupasını kazanan kadronun baş aktörü olarak sakinliği ve verdiği güvenle ön plana çıkıyordu. Gilmar’ın özellikle 1962 Dünya kupasında attığı gol ve yaptığı kurtarışlar ile birlikte iki dünya kupasını üst üste kazanması onu diğerlerinden bir adım önde kılıyordu.
Dino Zoff
Ve Dino Zoff. Elbette kaleyi Enrico Albertosi den devralması bir hayli zaman alsa da geç aldığı formayı uzun yıllar kimseye devretmedi. Belki de bir kaleci için yer tutma kavramının bu denli önemli olduğunu Dino Zoff kanıtlamıştı. Her ne kadar Bütün marifetin İtalyan defansı ve meşhur oyun taktiği Catenacchio’ da olduğu düşünülse dahi Zoff, lider özelliği, atletizmi ve sivri zekası ile adeta bir ikon olmayı başarmıştı. İlerleyen dönemlerde sıra dışı refleksleri ile ‘’Anzing Kedisi’’ lakaplı Meier, maç boyu çizgide bekleyerek değişik bir stil yaratan Meire’in Arjantin’li çağdaşı Fillol ve Fillol’un ezeli rakipi Gatti’de dönemelerine kalecilik adına damga vurmuş isimlerdi.
Thomas N’Kono
1990’ların başında ise bir Afrikalı kaleci çıkageldi futbol camiasına. Aslında futbol geçmişi daha eskilere dayansa da 1982 Dünya Kupası’ndaki performansı ile dikkat çeken Kamerunlu Thomas N’Kono cepheden gelen toplardaki sıradışı yeteneği ile Espanyol’un yolunu tutmuştu. 1990 Dünya Kupası’nda büyük ses getiren 1-0’lık Arjantin galibiyetinden sadece 4 saat önce kalede olduğunu öğrenmişti. Aynı kupada Çeyrek finale kadar ilerleyen takımın en önemli parçasıydı Thomas. Bu sayede Afrikalı kalecilere Avrupa kapısı açılmasında çok önemli bir rol üstlenmişti aslında. Yakın tarih efsanesi Gianluigi Buffon’da ilham kaynağının Thomas olduğunu belirtmiş hatta öyle ki oğlunun adını Thomas koymuştu.
Peter Schmeichel
Yine 1990’lara damga vuran, Arifin şutunu sadece o değil, aynı isimdeki tüm kaleciler gelse tutulacağına inanmadığımız Peter Schmeichel’da tıpkı Pat Jennings gibi tüm vücudunu siper etme konusunda ustalaşmış bir ikon isim olarak tarihe geçti. Ve Yashin gibi Peter’da sahada susmak bilmez sürekli takım arkadaşlarına bağırıp emirler yağdırırdı.
Edwin Van Der Sar
Yine aynı dönemden 2010’a kadar efsane kalmayı başaran Edwin Van Der Sar’da Ajax’ta başlayan kariyerinde Machester United’ta noktalayana kadar 1.97’lik boyuna rağmen inanılmaz ayak hakimiyeti ve geleneksel kalecilikle modern kaleciliği harmanlayan tarzı ile gerçek bir efsaneye dönüşmeyi başardı İsmini geçirmediğim daha nice efsane kaleciler var elbet. Gordon Banks, Zubizaretta, Çılgın Higuita, Alman Panzeri Kahn vs. Ancak hepsine ayrı ayrı değinmeye kalksam eminim sayfalar alır. Yazı da genellikle kaleciliğin kavramına yenilikler getiren ve kural değişikliklerine sebep olan kalecilerden bahsetmeye çalıştım. Yakın tarih kalecilik anlayışına başka bir yazıda değineceğim ancak kaleci mevkisinin bu tarihsel gelişimi günümüzde hala devam etmekte ve kalecilerin değeri her geçen gün daha da önem kazanmaktadır. Gol atmanın tek önemli olduğu günlerden ‘’atanın ve tutanın iyi olacak’’ dediğimiz günlere gelmek eminim hiçte kolay olmamıştır kaleciler için.
***
*Bu yazı Futbolik.Club üyesi Yunus Emre Yıldız tarafından kaleme alınmıştır.
Sen de yazılarının Futbolik.Club ana sayfasında yayınlanmasını istiyor, sosyal medya aracılığıyla binlerce insana ulaşmasını istiyorsan buraya tıklayarak forumumuzun yazar alanına girebilir, yazını paylaşabilirsin!
Comments